Konu: gerÇek Bİr Dahİnİn ÇÖzÜmlerİ Cuma Ara. 12, 2008 6:52 pm
***gerÇek Bİr Dahİnİn ÇÖzÜmlerİ*** Mimar Sinan'in mektubu: Birkaç yil once Suleymaniye Camii'nin yikilma tehlikesiyle karsi karsiya kaldigi anlasilmis. Eğer cozum bulunamazsa koca cami kisa bir zaman içinde yikilacakmis. Caminin tum tasiyici yuku kemerlerindeymis. Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taslari zamanla asinmis. Ama elde yazili bir proje olmadigi için nasil degistirileceği bilinmiyormus. Hemen Turkiye'nin en yetkin muhendis ve mimarlarindan olusan bir heyet olusturulmus. Ortaya bir sürü fikir atilmis. Her kafadan bir ses çikmis ama sonuç alinamamis. Tartismalar surerken caminin içinde büyük bir karmasa suruyormus. Ulkenin çesitli bilim kuruluslarindan bir sürü mimar muhendis kemerleri inceliyormus. Bu adamlardan biri ortalarda dolanirken kazara gizli bir bolme bulmus. Bolmede uzerinde eski yazi olan bir not varmis. Uzmanlara inceletilen kagidin orijinal olduğu belgelenmis. Bu kagit parcasi bizzat Mimar Sinan'in imzasini tasiyan bir mektupmus. Mektupta yazilanlar tercüme ettirilince ortaya söyle bir metin cikmis. "Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit tasi asindi ve nasil degistirilecegini bilmiyorsunuz." Koca Sinan kademe kademe kilit tasinin nasil degistirileceğini anlatiyormus. Bu oyuk içinde yer alan bir sise ve sise içindeki notta soyle bir sey yaziyormus: "Her kim bu tas eskidiğinde yenisiyle degistirmek isterse; eski tasin yerine takilacak yeni kilit tasinin iki tarafindan yagli iple tasi bir taraftan sokup oteki taraftan ceksin ve sonra ipin disarida kalan kisimlarini kessin". Heyet Sinan'in söylediklerini aynen yapmis. Suleymaniye camisi boylelikle kurtarilmis. Bu mektup su an Topkapi Sarayi'nda saklaniyormus.. Mimar Sinan 2 1950-60 arasi bir tarihte insaat muhendisi mimar ve jeofizikçilerden olusan bir Japon heyeti Turkiye'ye gelmis. Heyet Imar ve Iskan Bakanligi'ndan izin alarak ulkemizdeki tarihi yapilari incelemeye baslamis. Ayasofyayi Yerebatan Sarnicini filan gezdikten sonra sira Sinanin kalfalik eseri Suleymaniye Camisi'yle Sinan'in ogrencisi Mimar Davut Aga'nin eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmis. Japonlar bu camiler uzerinde gunlerce inceleme yapmislar. Her geçen gun saskinliklari daha da artiyormus. Cunkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevsek bir zemin uzerine insa edildiğini anlamislar. Ama bunca yil bu camilerde bir catlak dahi olmamasina akil sir erdirememisler. Bunun uzerine Tuürkiye programinin gerisini tamamen iptal edip bu iki cami üzerine yogunlasmislar. Arastirmalarinin sonucunda herhangi bir sarsinti sirasinda bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yikilmaktan kurtulabildiği ortaya çikmis. Minareleri incelediklerinde ise dumurlari ikiye katlanmis. Minarelerin cok daha gelismis bir rayli sistem mekanizmasi uzerine oturtulduğunu ve her yone yaklasik 5 derece yatabildiğini gormusler. Daha derin arastirma yapmak için Edirne'ye Sinan'in ustalik eseri Selimiye Camisi'ne gitmisler. Ordaki olaganustu sistemleri gorunce iyice dumur olmuslar. Selimiye'nin tüm sirlarini aylarini harcayarak cozmüsler. Japonya'ya donduklerinde ise Sinan'in sirlarini uygulamaya sokarak sehirlerini Sinan'in kullandigi sistemlerle kurup muazzam gokdelenler dikmisler. Yani su an gelismis ulkelerin gokdelen yapiminda kullanildiklari cogu sistem yuzyillar önce Sinan'in gelistirdigi mekanizmalarmis. ------------- Bir gun Selimiye Camii'ne girenler kubbenin altiında bir Japon'un ayaklarini kibleye doğru uzatmis sirtustu yattigini gormusler Tabii hemenJapon'u "Burasi kutsal bir yer. Bu sekilde yatmak bizim inanclarimiza gore saygisizliktir. Lutfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmislar. Ancak Japon trans vaziyetteymis gozlerini kubbeden ayirmadan soyle sayikliyormus: "Bu imkansiz. Ben yillarin muhendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal goruyorum. Bu kubbenin orada o sekilde durmasi fizik ve matematik kurallarina aykiri. Bu imkansiz orada hicbir sey yokorada hicbir sey yok..." Selimiye camisisinin zemini gevsek toprakmis. Bu nedenle minarelerinin yakin zamanda yikilacagi farkedilimis. Uluslararasi bir grup bilimadami toplanmislar. Nasil kurtaririz bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermisler. Sonucta en son teknoloji olan :-):-):-):-)l kelepcelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi cozum olduğuna karar vermişler. Minarelerin temellerini acinca koymayi dusundukleri kelepcelerin aynisiyla karsilasmislar. Mimar Sinan bilmem kaç yüzyil once ayni seyi dusunmus megerse Mimar Sinan'in Selimiye Camii'nin kubbesini o genisliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana isleminden farkli besinci. bir islem yaratarak cozdugu soylenir. Ayrica minarelerin serefelerine cikanlarin yolda birbirlerini gormemeleri ise buyuk bir bir dehanin urunudur. Almanlar ayni sistemi meclislerinin onundeki dev kurede kullanmislar. Mimar Sinan bu sistemi 2 metre capindaki minarelere yuzyillar once monte edebilecek bir dehadir. Almanlarin dehasi ise o cirkin :-):-):-):-)l yiginina Selimiye'den fazla turist cekebilmelerindedir..
ByWithin
Yönetici
Cinsiyet:
Yaş : 44
Kayıt tarihi : 15/11/08
Mesaj Sayısı : 489
Mekanı : Mekansız
Konu: Geri: gerÇek Bİr Dahİnİn ÇÖzÜmlerİ Cuma Ara. 12, 2008 6:52 pm
İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman Sinan'ı çağırır der ki: "Mimarbaşı halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için bir şeyler düşünmez misiniz?"
Mimarbaşı der ki:
"Sultanım siz müsaade buyurun ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım dışarıda mevcut sulan İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."
Ve Sinan Ağa atına biner yanına yardımcılarını da alır Çekmece'den başlayarak kıyılan dolaşır Beşiktaş'a kadar İstanbul’un kıyılarında dereleri akan sulan tespit eder. Bu suların önü örüldüğü baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar. Sultan sorar:
"Mimarbaşı İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimarbaşının cevabı:
"Beli sultanım mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."
"Nedir o mimarbaşı?"
"Sultanım altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir."
Kanuni'nin cevabı şu olur:
"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil yan yana dizmeye razıyım."
Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki sulan Kağıthane civarında belli yerlerde toplar oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.
O güne gelinceye kadar musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar.
Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkarır der ki: "İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır."
Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda kırk çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."
Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.
Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan -sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirde kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi İstanbul’da adeta yapayalnız kalmıştır. Ve yeni bir nesil yetişmiştir.
Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar "Buyurun" der.
Gelen meçhul ihsan "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der.
Sinan Ağa bu ihtiyar halinde dostlarının tümünün göçüp gittiği kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada "Acaba Topkapı Sarayına niye çağırılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.
Saraya girer orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar ulemalar müftüler o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: "Sinan Ağa hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde sizin evinizde özel su varmış."
"Evet" der "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."
"O zaman şu müsaadenizi ferman görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen sizinki devam etsin."
Sinan'ın cevabı şu: "Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok ama su benim evimde akıyor."
Divan müşkül durumda kalır konuşmalar olur: "Sinan büyük hizmetler etmiştir evinde suyu aksın." Oradan başkaları cevap verir: "Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın."
Divanda uzun münakaşalar olur son olarak verilen karar şudur: "Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre Sinan'a verilen su kesilmeli fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır."
Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün bezgin fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın özel bir mükafat verilsin diye değil.
Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:
"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."
Bu olayın bizlere verdiği mesajlar vardır. Dünyaya şana şöhrete dosta ahbaba arka olmalara fazla güvenmemeli. Dünya öyle güvenilecek insanlar öyle bel bağlanacak kadar vefalı değillerdir. Şartlar değişir bugün sırtımız çok sağlam yerde olur çok itibarlı insanlarla yakınlığımız olur. Ama yarın bir de bakarız ki onların hepsi göçüp gitmiş biz de dayanacak kimse bulamamışız.
Derler ya: "Duvara dayanma yıkılır insana güvenme ölür." Öyleyse fani şeylere dayanmamalı fani şeyleri gaye edinmemelidir. Allah'a dayanmalı Allah'a güvenmeli ve yaptığımız hizmetleri de Allah rızası için yapmalıyız. İnsan bu tecelli karşısında hayıflanmaktan kurtulamıyor:
"Hey gidi dünya hey. İstanbul'u suya kavuşturan Sinan susuz evde vefat ediyor." __________________